aslında bu seyahatimizin bahanesi jerry seinfeld. bizim bey çok hasta kendisine. aylar öncesinden öğrenmiş, jerry 2 stand-up‘lık avrupa turnesi yapacak, sadece manchester ve dublin’e gelecek. yeni bir ülke görelim diye biz dublin’de karar kıldık. biletlerimizi aldık, 5 aydır bekliyorduk. nihayet mayıs geldi, irlanda yolları göründü. globally late turkish airlines’ın bir ilki gerçekleştirerek vaktinde kalkan uçağıyla yola çıktık. kahvaltı servisi, mission impossible, kelime avı filan derken 4,5 saat sonra irlanda’ya vardık. küba sonrası bir ülkenin medeniyet seviyesini havaalanının genişliği ve temizliğiyle ölçer oldum. baktım havaalanı gayet büyük, irlanda’ya ilk notunu verdim. kraliçem sağolsun avrupa birliği kuyruğundan pasaport kontrolünü 5 dakkada geçtim, beyi bekliyorum. 10 dakka, 20 dakka… adam gelmek bilmiyor. meğer sevimsiz memur ille de dönüş biletlerini görmek istemiş. sedat’çığım online check-in filan yaparak o noktaya varmış modern bir dünya vatandaşı oysa, ne dönüş bileti! dönüş biletine dair her şey benim mail adresimde, thy’den gelen otomatik mail formatında. o derece çağdaş ve sanal takılıyoruz. avrupa dersin, medeniyet dersin, hepsi yalan! ille de kağıt-kürek görecekler. neyse sedat beni aradı, çıktığım kapılardan geri girip seinfeld biletlerimizi ifşa ettim, thy’den gelen otomatik mail’i açtım. memur adeta ilk kez coca-cola şişesi gören bir zulu kabilesi üyesinin anlamsız bakışlarıyla karşılık verdi ve ekşimik bir ifadeyle sedat’ı geçirdi. ilk ders: siz siz olun biletlerinizi bastırmadan gitmeyin, avrupa insanından güncellik, pratiklik beklemeyin. kafaları basmıyor.
havaalanından çıkmadan turist bilgilendirme corner‘ına gidip biz buraya 48 saatliğine geldik, 3 saati seinfeld’e gidiyor, sizce geriye kalan 45 saatte ne kotarabiliriz diye sorarak görevliden akıl aldık. guinness storehouse dışında pek bir ihtimal olmadığını öğrendik. guinness giriş biletlerimizi oracıkta alıp fabrikada sıra beklemekten kurtulduk. tavsiye ederim. aynı fiyata geliyor ve sizi uzuuun bir kuyruktan kurtarıyor. yine aynı danışmada birçok müze ve turistik noktayı kapsayan şehiriçi biletleri de satılıyor. vaktiniz varsa pas geçmeyin.
bugüne kadar havaalanından şehre en kolay ve en ucuz yolculuğu sanırım dublin’de yaptım. adam başı 5 euro’ya, iki katlı otobüsün üst katındaki manzaralı ön koltuğa kurulduk, yarım saat sonra da kalacağımız b&b’nin kapısında indik. bu kısa yolculuk, dublin’in insanı yormayan, kolay bir yer olduğunu anlamamıza yetti. sırt çantamızı bırakıp şehir turuna çıktık ve gerçekten küçük, derli toplu bir şehirde olduğumuzu farkettik. yalnız tuhaf bir köhneliği de yok değil. artık eller para görmüş de olsa hala devam eden bir fukaralık havası var bu şehirde. 3 öğün patates yedikleri günleri unutmamışlar. google’ı, yahoo’su, facebook’u tam tekmil burada ama irlanda yine de romanya’nın ab standartlarına uyum göstermiş 50 sene sonraki hali filan gibi bir ülke. ingiltere’nin janjanı yok. emekçi memleketi. çok fazla da göç almış. 1 irlandalı’ya karşılık 3 yabancı düşüyor, en azından dublin’de. tabi buranın göç etmeye değer bir yer olduğu fikri taze olduğundan, yabancılar da taze. henüz palazlanmamışlar. herkesin aksanı bi yamuk, herkes düz, sade, olduğu gibi. kimsenin kimseye havası, kasıntılığı yok. bütün bu sebeplerden ötürü bize sempatik geldi bu şehir. insanın üstüne üstüne gelmeyen, kabus gibi çökmeyen, aşırı lüks içinde yüzmeyen, her köşesini toplasan ancak kadıköy kadar eden bir avrupa başkenti. ilginç.
![]() |
avrupa’nın özeti: bir kilise, bir nehir, etti sana bir şehir |
sedat ödevini yapmış, hanımının turizmle yegane bağını oluşturan yeme-içme aktiviteleri için dublin’in en hoş restoran ve kafelerini bulmuş. küba travmamızdan sonraki ilk yurtdışı destinasyonumuz olan dublin sayesinde dünyanın binbir nimetle dolup taşan bereketli bir yer olduğuna yeniden ikna olduk. çok güzel yedik içtik. gidecek olanlara duyurulur, şu adresleri denerseniz mutluluğunuzu garanti ediyorum: sixty6, peploe’s, the porter house, bewley’s ve yamamori.
ilk gün gezerek ve alışveriş yaparak geçti. dublin’i didik didik dolaştık, her sokağa girip çıktık, favori mekanlarımızdan pazarları ve yeme-içme standlarını turladık. yürü yürü ayaklarımıza kara sular indi. o noktada neyse ne diyerek taksiye bindik ve b&b’ye tam olarak 10 euro’ya döndük. bu para bize avrupa standartlarına göre çok komik geldi, hemen alışkanlık yaptık, ertesi gün de 2-3 kez taksiye bindik. inanamayarak farkettik ki bu şehirde her yer 10 euro tutuyor. dublin küçük derken abartmıyoruz yani! ikinci dersi not edelim: take a cab! yalnız şehir turumuzu taksi konforuyla taçlandırmamıza rağmen, cumartesi akşamı dublin’deki herkesin bi pub’a kapak attığı saatlerde bizim ancak sürünerek odamıza dönüp yatağa gidecek kadar enerjimiz kalmıştı. öyle de yaptık. sağlam bir uyku çektik.
ikinci günü park gezmesine ve guinness ziyaretimize ayırmıştık. ilk gün hava çok yumuşaktı ama ikinci gün resmen kar soğuğuna uyandık. bildiğin yün kazak, atkı, bere havası. sarıp sarmalanıp sedat’ın yine daha önceden araştırıp bulduğu cake cafe diye bir yere kahvaltıya gitmek üzere taksiye bindik. pazar sabahı saat 10 filan. her yer kapı duvar. irlanda halkı cumartesi akşamı büyük içtiğinden pazarları 12’den önce açık yer bulunmuyormuş meğerse. üçüncü ders! siz siz olun pazar sabahı karga bokunu yemeden kalkmayın. zaten cumartesi akşamı bizim gibi tos tos 10’da yatmayacağınızdan zor bir olasılık bu. ama yine de aklınızda bulunsun. cake cafe kapalı olunca şehrin daha işlek yerlerine yürüyüp zar zor bewley’s denen mekanı bulduk. koca caddedeki tek açık yer orasıydı. böylece biraz zahmetli de olsa pazar sabahına layık full irish breakfast‘ımıza kavuştuk.
![]() |
pazar günü, ıssız sokaklar ve street art amcalar |
soğuk sebebiyle baltalanan park sefamızdan sonra guinness storehouse’a gitmek üzere taksiye atladık. 10 euro fiks. kapısında indik. biraya ve bira kültürüne sıfır düşkünlüğüm olmasına rağmen beni bile etkiledi burası. mekan, mekan kullanımı, renkler, tipografi, anlatım, tanıtım her şey her şey 10 numaraydı. bayıldım. adeta biraseverin kabe’si. tesisin en üst katı, dublin’in en yüksek noktalarından biriymiş. 360 derece şehir gözlemi için harika bir yer. herkesin elinde tur hediyesi beleş guinness’ler, bir neşe bir sohbet. dublin’in en sefalı yeri. mutlaka gidile.
![]() |
guinness storehouse: burayı gezmeyen dublin’i gördüm demesin. |
![]() |
dünyanın bütün guinness şişelerini getirin bana… |
![]() |
havam batsın. sanki ömrümde bir şişe guinness içmişim gibi. |
irlanda güzel, çünkü kafalar güzel 🙂
özetle: olmuş. 10 üzerinden 8.
"avrupa'nın özeti: bir kilise, bir nehir, etti sana bir şehir" alemsin 🙂
bir guinness tavafı zamanım geldi benim de. görelim artık dublin'i yahu. o yüzden iyi oldu bu ön bilgiler. ayaklarına sağlık hehe. öperim cimcoz.
gitmeden önce haber ver, daha geniş çaplı bilgi paylaşımı yapalım nilay hocam.