kahveciğim harika bir yazı yazmış. pazar pazar biraz da blog dostlarımdan ilham alayım dedim, yazı konumu kahve’nin bende yaktığı ışıklardan derledim. ‘we feel most comfortable when things are certain, but we feel most alive when they’re not’ diye bir laf duymuştum. duyar duymaz da beynime kazındıydı. my kinda laf. üniversite yıllarının insana neden genellikle mutlu hissettirdiğini açıklıyor mesela. pis barlarda sabaha kadar içip dans ettiğimiz gecelerin sarhoşluğunu, midterm veya finaller bittikten sonraki hafifliği, hayattaki yegane derdimizin filanca dersten iyi notla geçmek ve sevdicekle iyi vakit…“mutluluk” yazısını okumaya devam et

hani bazen hayat hiç beklemediğimiz yerden yüzümüze güler ya, işte hüseyin benim için ağustos ayındaki yazlık haftamın güldüren yüzü oldu. ailecek 20 yıldır aynı yere tatile gidiyoruz. 18 yıldır da o aynı yerde yazlığımız var. insanlar tanıdık, ortamlar tanıdık, beklentiler ve (bana göre) olacaklar/olmayacaklar belli (idi). taa ki bu yaza kadar. bu yaz, son derece olaysız geçen haziran seferimin üstüne, didim’e bir de ağustos seferi yaptım. ve daha gittiğim gün hüseyin’le tanıştım. meğer yıllardır, hatta bizden de evvelden oralardaymış. meğer hem kardeşimin hem de favori…“hüseyin” yazısını okumaya devam et

geçenlerde florya beyti’de yemeğe gittik. ortamın renkleri ve müziksizliği, sandalye yastıklarının desenli kumaşı, garsonların temiz beyaz ceketleri ve papyonları, takım elbiseleri, yaptıkları işe gösterdikleri özen ve saygı… adeta 30-40 yıl öncesine ışınlanmışız gibi bir müessese. yemekler zaten son derece başarılı. tarifsiz mutlu olduk. artık yemek yenilen her yer o kadar aynı, bu yerlere giden insan kitlesi de o kadar baygın ki, o akşam konuştuğumuz konuyu daha sonra başka arkadaşlarımla da masaya yatırdık: istanbul’un ‘tam istediğiniz gibi’ olduğu son yıl hangisiydi? ben 2008 dedim mesela. ekonomik…“en sevdiğimiz istanbul” yazısını okumaya devam et

az önce internet’te bir yazıya denk geldim ve 5 dakikadır sırıtıyorum! aslan burcundaki dolunay ve ay tutulması sizi de içsel olarak yamulttuysa bakış açınızı değiştirmeyi deneyin. çünkü mantığımız ne derse desin, sanırım ruhumuzun ihtiyacı olan şey gerçekten de prenseslerle dolu bir dünyada hotdog olabilmek.

denklem

son derece ilham verici bulduğum ispanyol arkadaşım alvaro ile (ispanyolca bilenler şuraya buyursun) uzun birkaç saati bu konu hakkında kafa yorarak geçirdik. neredeyse 1 yıldır birlikte ücretsiz coaching toplantıları düzenliyoruz ve katılımcıların en sık takıldıkları konulardan biri ‘tutku duydukları bir iş’ yapmak. bu toplantıların asıl sebebi en başta bizlerin şuna gerçekten inanıyor olması: herkes sevdiği işi yapabilir. ama son dönemde hiçbir kişisel gelişim ortamından eksik olmayan passion kelimesi burada biraz ayağımıza dolanıyor. yukarda gördüğünüz şema kargaşası da kendi aramızda kafayı netleştirmeye çalıştığımız son buluşmadan yadigar. geldiğimiz noktadan…“tutku yatakta güzel” yazısını okumaya devam et

çünkü: haftaya pozitif duygularla başlamak. geçenlerde louis ck’in şu videosunu yeniden izleyip yeniden güldüm. türk olduğuna hayıflanan çok insan biliyorum ve sorarım size ey beyaz türkler, ya zenci olsaydınız?! türkiye’de zenci-beyaz ayrımcılığına sebebiyet verecek kadar zenci olmaması sebebiyle, beyaz ırka mensup olmamızın ne kadar büyük bir nimet olduğunu idrak edemiyoruz bence. yaşadığımız toprakların geçmişinde sömürgecilik olmadığı için algımız temiz. (bu yazıdan sonra japonkedi ırkçı diye yorum bırakanlar olacak mı acaba yaa, çok merak ediyorum.) ha tabi ki zencilik süper. buralara bir dahaki gelişlerimden birinde değişiklik olsun…“beyazız çok şükür” yazısını okumaya devam et

suluboya

houston’da katıldığım 2 saatlik suluboya dersi sonrasında kendimi suya ve boyaya göbekleme attım blog dostları. yani şuursuzca. çeşitli zamanlarda aldığım 3 farklı suluboya seti ile sanatsal denemeler içindeyim. eğer bu işlere biraz merakınız varsa, gözlemlerimin sonuçlarından siz de yararlanabilirsiniz. özellikle de boya seçme aşamasında. istinye park’ta, arkadaşımın kızı nar’a hediye almak için girdiğim bir oyuncakçı dükkanında görür görmez bayıldığım ilk setle başlayalım. o kadar beğendim ki hem nar’a hem kendime aldım. markası toy color. 12 adet çok yumuşak renkten oluşuyor. ve üstelik bu renkler hafifçe…“suluboya 101” yazısını okumaya devam et

lüks nedir sizin için, hiç düşündünüz mü? ‘yalın tutku’ adlı kısa romanının sonunda annie ernaux şöyle der (yani aşağı yukarı şöyle der – kitap yanımda değil, hatırladığım kadarıyla yazıyorum): ”küçükken benim için lüks uzun giysiler, kürk mantolar ve deniz kenarında villalardı. daha ileride lüksün bir aydın yaşantısı sürmek olduğunu sandım. ancak bana şimdi öyle geliyor ki lüks aynı zamanda bir kadına veya bir erkeğe olan tutkuyu yaşayabilmektir.” nitekim bu benzersiz romanında da bir kadının kısa bir süre birlikte olduğu bir adama karşı derin tutkusunu inanılmaz…“lüküs hayat” yazısını okumaya devam et

blog son dönemde aniden fotolandı, çünkü beyim bana gıcır gıcır bir ipod touch aldı! aslında iphone almak istiyordu ama temel iletişimi, temel iletişimin ötesinden ayırabilme lüksümü sevdiğim için direndim. basit bir telefon bana hala yetiyor. öte yandan fotoğraf çeken, fotoğraf işleyen ve bütün bunları kolayca yapıp üstüne bir de mail atan bir aletin lüksü de bambaşkaymış. bir diğer lüks de taze kesme çiçekler olsa gerek. sedat’ın gül aşkımı bilerek kanukte’den bulup getirdiği harika güller… I like rosy things.  – Japonkedi bir arkadaşımız akatlar’da kanukte adında…“birkaç güzel hediye” yazısını okumaya devam et

iris’le yürüyüş yollarımızı sürekli değiştiriyoruz. hava yağmurluysa başka, güneşliyse başka, soğuksa başka yerlerdeyiz. tarabya civarında ayak basmadık yer bırakmayacağız, kararlıyız. bu hafta, kene korkusuyla iris’i uzak tuttuğumuz koru yürüyüş yolumuza haftalar sonra yeniden uğradım ve beni bekleyen bu harika çiçeklerle karşılaştım! kardelen gibi ama, değil gibi de. adını bilen bana da öğretsin! her gezinin olmazsa olmazı, böğürtlen yeme molası. post-böğürtlen çiçek olduğundan şüpheleniyorum… şahane doğa kafası! kırmızı ve saz arkadaşları eylül’de frenk soğanı, maydanoz ve dereotu ekmiştim. maydanozlar fışkırdı, dereotunda hala tık yok. frenk soğanında ise…“ekim renkleri” yazısını okumaya devam et

“düşündüğünü hemen yapyoksa karar vermek zorunda kalırsın”– özer bal 2009 yılından beri yaratıcı drama eğitmenliği sertifikası alıcam diye kastırıyorum. gerçi kastırma fiili konuya 4. aşamada dahil oldu. o vakte kadar şakalar, komiklikler, farkındalıklar boyutundaydı her şey. 4 ve 5’te dersleri acayip bir ciddiyet bastı. ciddiyet alerjim tetiklenince de kısmen soğudum bu işten. madem başladım bitiricem gibi bir derdim yoktu aslında, zaten sızmışım milli eğitime. ama işte olaylar gelişti ve 2 hafta önce kendimi drama eğitiminin bir sonraki aşaması olan gönüllülük hizmetimi yaparken buluverdim. 5. aşamadan pek sevdiğim…“sahnede” yazısını okumaya devam et

üniversiteden beri bir işlerin ucundan tutuyor, paramı kazanıyorum. lakin iş hayatımın SSK’nın da haberdar olacağı formatta start aldığı 2005 yılından bu yana farkettiğim bir şey var ki, o da haftanın 5 günü haldır huldur çalışıldığı halde dünyanın daha şahane bir yer olmadığı gerçeğidir. buna rağmen inatla 7 günün 5’inde çalışılıyor olması bence fantastik bir durum. insanlar nasıl ayaklanmıyor, hala akıl erdirebilmiş değilim. 5 gün iş 2 gün tatil ratio‘sunun en azından 4 gün iş 3 gün tatil şeklinde düzenlenmesi gerektiğini savundum yıllarca – tabi kendi…“yeni hayat vol.II” yazısını okumaya devam et

artık 3 kişiyiz! kızımızın adı iris. breeder‘ının ona bu ismi koyduğunu öğrenince çok şaşırdım çünkü en sevdiğim yazarların başında iris murdoch gelir. biz kendisine toto ismini düşünmüştük ama bu uslu bıdığı görünce iris’in ne kadar uygun bir isim olduğunu hemen anlıyor insan. pek hanımefendi ve çok uysal bir köpek. daha ilk haftası çıkmadan kakayı dışarı yapmayı öğrendi. çişte yanlışlar oluyor tabi ama bebeklik heyecanına veriyoruz, daha sadece 3,5 aylık.hoşgeldin peynirli çitos gibi kokan tatlılar tatlısı kızım…

bugün yeni hayatımın ilk günü. dün, dile kolay 5 yıllık ajans geçmişime noktayı koydum. ne tuhaf, 6 ay önce olsa, bu ayrılığın beni üzeceğini düşünürdüm. ama şartlar mucizevi bir şekilde değişti ve gerçek hiç de öyle olmadı. uzun ve sıkıcı bir dönemi kapadım ve artık hayatımda sadece sevdiğim şeyler var. 6 şubat’tan itibaren muallimanım kariyerim başlıyor. çoluk-çocukla stand-up dolu, bol hareketli, enerjik günler, bol bol boş zaman ve güneşin altında 3 ay yaz tatili beni bekliyor. tam istediğim gibi!

işin tuhafı şu ki ben hiçbir zaman odasının duvarına rock grubu posteri asan, şarkı sözü ezberleyen bir genç kız değildim. müziğe olan ilgim çok kenardan kenardandır. severim ya da sevmem. ama yüksek standartlarım, laf ebeliğim yoktur bu konuda. asla kimsenin bilmediği bir şarkıyı veya şarkıcıyı ilk keşfeden de ben olmam. yine de ilginçtir, çevremde hep keşfedip bana da dinleten birçok insan bulundu, hala da bulunuyor. gripin gecelerim de bu minvalde taa 1999 yılına dayanıyor. o zamanki bronx bile, şimdi artık “eski” bronx. bilenler bilir, aşırı küçük…“zaman tüneli: gripin +1’ler konseri” yazısını okumaya devam et