son dönemde patatesle aşk yaşıyorum. bu kapsamda yeni tarifler uydurmak icabediyor. soldaki tabakta bu çabalarımın eseri olan en nordik formatları görüyorsunuz. somon füme, haşlanmış yumurta ve hardallı patates salatası öğle yemeği için bir araya geliyorlar. low-carb açısından takdire şayan olmamakla birlikte düşük glutenli beslenenler için patates zararsız bir seçenek. bu tarifte sos bileşenlerinin oranını patateslerin sayısına göre ayarlamak gerekiyor ama genel olarak malzemeler ve gidişat şöyle: * bir kabın içinde 1-2 yemek kaşığı hardal, 2-3 yemek kaşığı mayonez, 1-2 yemek kaşığı elma sirkesi, bol bol…“low-carb’la günün içinden” yazısını okumaya devam et
low-carb deyince yüzünü ekşitenlere aldırmayın. bu yola baş koyanlar için aslında acayip leziz seçenekler mevcut. yumurtayla aranız iyiyse zaten yaşadınız. ama yancılar da çeşit çeşit. buradaki 2 alternatife daha yakından bakalım: aslında tek farkları domuz bacon. sedat 3 dilimi sermiş, yer kalmadığından avokadosunu yanına almış. poşe yumurtaların üzerine ise holandez sosa üşenerek kendine özel bir sos hazırlamış: hardal, mayonez, elma sirkesi ve toz kırmızı biberden oluşuyor. ben tek dilim bacon’ın üzerine önce avokadoları sonra da yumurtalarımı kondurmuşum. siz elbette bacon’ı istediğiniz et ürünüyle değiştirebilirsiniz. arkadaki…“low-carb kahvaltı kombinasyonları: seç beğen al!” yazısını okumaya devam et
low-carb’ın ‘meyvesiz yapamam’ diyenler için dünyanın en tatmin edici beslenme şekli olmadığı aşikar. zira meyveyi sevmemizin sebebi her şeyden önce tatlı olması. bu nedenle ne kadar vitaminli ve mineralli de olsa, iş depolamaya gelince vücudumuz tarafından baklava muamelesi görüyor. diyeceksiniz ki aynı şey mi, açın endokrinoloji 101 kitabını, valla aynı şey. nasıl ki baklavanın çoğu zararsa, kilo anlamında meyvenin de çoğu hayırlara vesile olmuyor. yurdumuzda özellikle yemekten sonra tv karşısında tüketiliyor olması ise işleri daha kötü hale getiriyor. ama ne meyveden ne zarafetten vazgeçerim diyenler…“low-carb ve meyve sorunsalı” yazısını okumaya devam et
kinoalı domates çorbası malzemeler * yeni yeni çarşı-pazar ortamlarına düşen güzel, kırmızı domatesler * 2 dolu çorba kaşığı kinoa * taze fesleğen * bolca maydanoz * frenk soğanı * tuz, karabiber * tereyağı veya zeytinyağı yapılışı * domatesler doğrayıcıdan geçirilip püre halini getirilir * tencereye alınıp yağda ara sıra karıştırarak pişmeye bırakılır * kaynamaya başlayınca biraz da kaynar su eklenir ve (önceden yıkadığımız) kinoalar tencereye atılır * hepsi birlikte 10 dakika kadar kısık ateşte kapalı kapakla tıngırdatılır * son aşamada ince doğradığımız yeşillikler, tuz, karabiber…“low-carb: kinoayla deneysel çalışmalar” yazısını okumaya devam et
low-carb’a türkçe bir motto aransaydı ”yumurtaya can veren allahım”la müslüm gürses galip gelirdi. net. zira bu yolda ilerleyen dadaşlar için mutfakta olmazsa olmazların bir nümerosu yumurta. low-carb’da belli bir süreklilik ve bünyede alışkanlık yaratmak açısından ise özellikle güne low-carb başlamak önem arz ediyor. sabahtan ne yerseniz öğlene de oraya gidiyor kafa. bu bilgiler ışığında ise bütün oklar yumurtaya işaret ediyor. evdeki patatesleri tüketme programı çerçevesinde ben şimdilik 1 küçük patatesli omlet yapıyorum tereyağında. geçen gün değişiklik olsun diye evdeki yeşilliklerden de kattım içine: 1 yeşil…“low-carb: kahvaltı seçenekleri” yazısını okumaya devam et
sardalya + köz paprika + parmesanlı fasulye içinde debelendiğim çalışkanlık ve sorumluluk batağından sıyrılmama az kaldı dostlar. son revizyonları yaptığım, son talepleri cevapladığım, son istek parçalarını seslendirdiğim şu kasvetli günlerde, tünelin ucundaki ışık gibi göz kırpıyor mayıs ayı. reel sektörün şahsıma olan borçlarını tahsil edip bir süre sadece sefa süreceğim. plan bu. sefa modelimin ayrılmaz bir parçası ise bedeni dinlemek, bünyeyi yenilemek. kış modundan çıkıp silkelenmek ve kendime gelmek. hal böyleyken ilk girişimim de yeniden low-carb’cılığa meyletmek oldu bittabi. azar azar kesiyorum zehiri. önce makarna…“low-carb: nerde kalmıştık?” yazısını okumaya devam et
neredeyse 3 haftadır kayıp vaziyetteyim. ortaya bi karışık yapacağım bu sefer, ayrı başlıklara ve ayrı yazılara üşendim cuma cuma. yemek güncesi nooldu derseniz, son yazımdan bu yana 2 hafta daha devam ettim. sonrasında ise hep aynı yerlere takıldığımı gördüm, dersimi bir kez daha aldım ve bu angaryayı bir kenara bıraktım. benim için durumun özeti şu: sabahları mutlu uyanan biri olarak daima sağlıklı seçimler yapmak benim için kolay. aslında seçimler zaten sevdiğim yiyecekleri kapsıyor: yumurta türevleri, tereyağı, meyveli ve avokadolu salatamsı karışımlar, ara sıra da badem…“yemek, hareket, bereket” yazısını okumaya devam et
geçtiğimiz hafta sosyal vesilelerle birçok öğünde low-carb’ı hiçe saydım. elden bir şey gelmedi. sabahlar sağlam başladı, akşamlar zayıf bitti. artık bu gidişatı kırmanın bir yolunu bulmam gerekiyor. bu arada haftasonu the jinx‘i izledik, suç temalı yapımlardan hoşlanıyorsanız kesinlikle kaçırmayın. harika bir cinayet belgeseli. ama hakkında çok fazla araştırıp okumadan izleyin, spoiler olmasın. yemeği jinx’e nerden bağladım bilemedim… ha evet, üst üste bölümleri izledikçe bir şeyler atıştırdık. heyecandan yedikçe yedik. bu da böyle psikolojik bir tespit işte. ptesi: * limonlu su + 1 yumurtadan sebzeli omlet…“yemek güncesi – 3. hafta” yazısını okumaya devam et
bu hafta duygusal açıdan çok türbülanslı geçti. eşsiz-dostsuz-aşksız-heyecansız-hobisiz komşularımızın başımıza sardığı hezeyanlarla uğraştık. var gerçekten böyle bir kitle. onlar için en büyük uğraş apartmana kim girdi kim çıktı, ne oldu ne bitti, su parası kaç lira geldi vs. bazen haftalarca misafir ağırlamayan insanlar olarak nerdeyse bi orjiyle suçlanmadığımız kaldı. neyse, olayı kendi içimizde çözünceye kadar biz de biraz debelendik ama sonrasında hayata ve normale döndük. bu konuyu geçelim. dizimi bir doktora gösterdim, %90 menisküs değil dedi. geri kalan %10’luk ihtimal için mr hakkımı saklı tuttu….“yemek güncesi – 2. hafta” yazısını okumaya devam et
biz ayrılamayız bu hafta istemediğim kadar yoğun geçti. her gün low-carb başladı ama son anda high-carb bitti. evde varsa yeniyor kuralı bir kez daha doğrulandı. yoğun low-carb öncesi eldekileri bitireyim diye milföy yaptım, yedim. dolapta twix buldum, yedim. isveççe öncesi çok açtım, makarna yedim. yani evi karbonhidrattan temizlemek için kendimi feda ettiğim bir hafta oldu. 2 müşteri 2 ev ziyaretini ise az zararla atlattım. daha yakından bakalım: pazartesi * limonlu su + 1 haşlanmış yumurta + zeytinyağı limon soslu haşlanmış brokoli + 1 fincan yeşil…“yemek güncesi – 1. hafta” yazısını okumaya devam et
uzun zamandır yaptığım en falsosuz low-carb kahvaltı bu olsa gerek. son dönemde sabahları sık sık ekmek yedim. düşük glutenli de olsa ekmek sonuçta. ya da sabah kahvaltısını atlayıp direkt öğle yemeğine daldım. özellikle sabahtan halletmem gereken yazma işlerim olduğunda o düşünme süreci beni her türlü açlık hissinden alıkoyuyor, bunu fark ettim. yani işi layığıyla yetiştireyim de gerekirse kahvaltıyı öğlen 2’de de yapabilirim. kendime salim kafayla dışardan baktığımda kesinlikle böyle olmak istemem, ama en azından şimdilik böyleyim gibi görünüyor. bu durumun yarattığı psikolojik sıkışmışlık hissi bir…“low-carb kahvaltı” yazısını okumaya devam et
sevgili low-carb dostları, ‘bugün low-carb kapsamında ne yedim’ yazı dizimiz sona eriyor. 25 gün boyunca acısıyla ekşisiyle bu yola baş koydum. spora başlayınca bildiğiniz gibi son 3-4 gündür azar azar karbonhidrat takviyesine de başladım. ama 3 hafta boyunca sebzeden gelenler dışında hiç doğru düzgün karbonhidrat almadan yaşamak mümkünmüş. bedendeki fazlalıkları aç kalmadan atıyorsunuz. denemek isteyenlere hararetle tavsiye ederim. 1-2 hafta kadar katı bir şekilde low-carb gittikten sonra 80/20 mottosuyla devam edebilirsiniz. yani vücudunuz yakıtını hazırda bulunan şekerden değil de depoda birikmiş yağlardan kullanmaya kurulduğu günden…“low carb – 25. gün” yazısını okumaya devam et
spora yeniden başladığım için mutluyum. varlığını unuttuğum kaslarda hala hafiften devam eden sızılar, devam etmek için en büyük motivasyonum. sabahtan akşama ajansta çalıştığım veya sınıflarda dikilmekten bitap düştüğüm zamanlarda bile hayatıma bir şekilde entegre etmeyi başarmıştım sporu. ama freelance’e geçiş döneminde güme gitti. insan kendi işinden kendi sorumlu olunca, başkalarına hesap verme ve başkaları için erişilebilir olma zorunluluğu da beraberinde geliyor. beklentileri verebileceklerimizle dengelemeye çalışırken de ilk göz ardı ettiğimiz şey kendimiz oluyor. ya da en azından bana böyle oldu. şimdi biraz daha gerçekçi bir…“low carb – 24. gün” yazısını okumaya devam et
artık low-carb’ın ne tür menülerle yapılabileceğine dair bir fikrimiz var. bu ayın sonunda blog’u son dönemdeki yemek listesi formatından kurtarıyorum, az daha dayanın. ocak ayı benim için 25 gün boyunca very-low-carb challenge ve keto’ya giriş şeklinde gelişti, hala da sürüyor. şubat ayının konusu ise hareket/spor olacak. günlük değil haftalık güncellemelerle rapor vereceğim. geldiğim noktada 52-53 kg arasında takılıyorum. zaten hedeflediğim bir kilo yoktu. tek hedefim spora başlamadan önce yediklerime dikkat ederek hafiflemek ve verebileceğim fazlalıkları vermekti. low-carb bu hedefe ulaşmak için biçilmiş kaftan. bir kez…“low carb – 23. gün” yazısını okumaya devam et
hepimiz sıkı bir low-carb diyetle 4-5 günde metabolizmayı karbonhidrat yerine yağ yakar formata sokabiliyoruz. bunu bir kenara yazalım. bence mucizevi bir değişim için çok kısa bir süre ve üstelik etkilerini anında görmeye başlıyoruz. hafif depresif geçen ilk 2-3 günü atlattıktan sonra vücut şeker bağımlılığından kurtuluyor. cilt ışıldıyor, şişkinlik gidiyor, beden inceliyor. her şey on numara. hele de spordan, egzersizden, ter dökmekten nefret edenler için sıkı bir şekilde low-carb’a sadık kalmak, kiloyu sabit tutmak için yeter de artar bile. peki ama ya kıpırdak bünyeler, kurtlu baklalar,…“low-carb ve alternatif yaklaşımlar” yazısını okumaya devam et