sahip olmak ya da olmamak*

Kategoriler simple living

yazarınız japon tembellik ederken, japonkedi’de konuk yazarımız var bugün! kurtlarla koşan kadınlar grubumuzdan sena, minimalizme dair harika bir yazı yazmış. ben de hepimizin kendinden bir şeyler bulması muhtemel bu içebakış yazısını büyük bir keyifle paylaşıyorum:

2016’dan beri – omg 5 yıl olmuş, ne çabuk geçiyor zaman- minimalist yaşamaya gayret ediyorum. Önce biraz arka planı anlatayım; bu divana uzanıyorduk değil mi mor olana, arkamdan saate bakmazsınız umarım 😒

Orta direk işçi sınıfından bir ailede büyüdüm ben, annem de ev hanımıydı. Şu an kulağa imkansız gelse de bir maaşla bir aile geçinebiliyorduk. Kıyafetler de bizim ihtiyaç listemizde pek üst sıralarda yer almıyordu. Kuzenlerimiz bizi ziyarete geldiğinde örneğin, seyahat kıyafetleri ile gelip evde dizleri çıkmamış ev giysileri giyerlerdi, bu da çocukluğumda bana çok harika gelirdi. Ama bu kadar kıyafete sahip olmamız maddi anlamda pek mümkün değildi. Öhöm öhümmm neyse biraz hızlanalım. Üniversitenin ardından çalışma hayatı derken şişedeki cin çıktı, haliyle ben maddi özgürlüğe kavuştum ve kendimi modanın ışıltılı dünyasında buldum. Artık benim de fuşya loafer’ım ve onunla birlikte kullanabildiğim fuşya çantam vardı. Peki mutlu olabildim mi?

Hayır, istediğim hayatın bu olmadığını fark ettim. Zira her şeyi birbiriyle uyumlu hale getirmek benim için eğlenceli falan değil bilakis azap vericiydi. Tıklım tıkış dolu gardrobumun önünde durup giyecek bir şeyler seçmek & kombinlemeye çalışmak beni hiç de mutlu etmedi. Yapana & yakıştırana saygım sonsuz ama bu hedef bana ait değildi.

Akabinde Marie Kondo’yu keşfettim. Kendisi derleme – toplama alanında bir maestro, hatta bu konuda kitapları da var. Kitabını da okuduktan sonra çoğunluğun aksine ben önce evden başladım. Etkilerine bayılıp ardından gardrobuma geçtim. Sevgili Ege’nin Kapsül Gardrop yazılarını hatmettim, veee bingo 😍

İlk görüşte aşk… Asıl istediğimi bulmuştum ve hemen nikah masasına sürüklendim. Beş yıldır da mutlu evliliğimiz sürmekteydi, ta ki bu zamana kadar… Benim gözüm de nedense bir anda Zrendyol’a kaymaya başlamıştı. Ne yani evlilik aşkı öldürüyor mu derken, bir gece malum ortamlarda gezindikçe gezindim. Kendime altın rengi ışıltılı bir taç ararken gözlerimin isyan edip kızarmaya ve batmaya başlamasıyla da bir Evreka anı yaşadım. O taca gerçekten ihtiyacım var mıydı, zinhar yoktu. Peki neden onun için bu kadar uğraşıyorum?

İşte burada aydınlığa çıkmak için çığlık atan bir gölge vardı:

  • Aradığım neydi?
  • Altın rengi, ışıltılı taç.
  • ‘’Gerçekten’’ aradığım neydi?
  • IŞILTI. Sıfat olan değil, isim olan. 

Aradığım sadece -Işıltı- idi. Tacı satın alsam onun benim hayatıma sunacağı / katacağı ‘ışıltı’ sadece onu satın almamın verdiği maksimum 5 dakika süren bir haz olacaktı. Ama benim aradığım bu değildi. Sonra dışarıdaki değil içerideki ışıltımı bulmaya çalıştım. Benim ilk aklıma gelen -Dans- oldu. Dans videoları izledim, daha sonra Spotify’dan şarkılar buldum ve başladım dans etmeye – şükür yalnız yaşıyorum, beni görüp deli zannedenler çok olabilirdi 🤭

Dans deneyimimden sonra etrafımdan – ışık saçtığıma – dair pek çok övgü aldım. Bunları size neden anlattım; derdim asla kıyafet almayın ‘Her şey içimizde’ – Bunu Cem Yılmaz vurgusuyla okuyun lütfen- değil. Kıyafetler insanı mutlu edebilir & iyi hissettirebilir. Örn. siyah kazak giydiğinizde veya kırmızı kazak giydiğinizde oluşan hissiyatlarınız farklıdır. Ama hiçbir kıyafet peri asasının dokunduğu gibi sizde olmayan bir şeyi çıkartamaz. Araç olabilirler ama amaç olduğunda sizi tökezletirler.

İkincil olarak varmaya çalıştığım nokta da; Hedefler, hedeflerimiz 😪 Minimalizm insan hayatında varılması gereken bir nokta ve ondan sonra happily ever after olmaz, o daha ziyade farkındalıklarla keşfedilecek bir yoldur bence. Herkesin onu takip etmesi gerekli midir? Koccaman bir Hayır. Kırmızı çantaları pembe ayakkabıları ile kombinleyebilen, hatta buna leoper kemeri de muazzam bir şekilde ekleyebilen fashionalistalara her şeyden çok ihtiyacımız var 😉

Sevgiler…

*Yazı ile tam olarak ilgisi olmasa da Erich Fromm’un aynı addaki kitabıdır.

sahip olmak ya da olmamak*” için 3 yorum

    1. aze! iyiyim ama burdan çok koptum. wordpress güncellemelerini yapmadığım için blog’a foto yükleyemez oldum. ve daha kimbilir ne engellerim vardır da yazmadığım için farkında değilim muhtemelen. böyle böyle aklıma gelmez oldu yazmak. buraları seven 10 küsur kadınla kitap kulübü kurduk 1 sene kadar önce, zoom’da buluşuyoruz. o buluşmalar o kadar nefis geçiyor ki blog aklıma gelemiyor. sen nasılsın???

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir