resmi olarak sonbaharın ilk günündeyiz bugün. en sevdiğim aylara giriyoruz. içimde tatlı bir heyecan. kurumuş yapraklar hem koruyu hem de terası bastı, gündüzün ışığı farklı bir tona evrildi, ve sıcaklar bir gıdım olsun azalmasa da azalacağına dair umudum çoğaldı.
doğa bir kez daha ölürken, kendimi bunca canlı hissetmemin sırrını çözebilmiş değilim. ama istisnasız her sonbahar böyleyim. büyük bir keyifle, hayat yeniden başlıyor hissine teslim oluyorum. ve tam da yılın bu döneminde artık nadiren kalitelisine denk geldiğimiz eski tarz romantik komedileri yeniden izleyesim geliyor. eski dediysem 80’ler 90’lar. ve işte sizler için ilk 3 listemi açıklıyorum:
2- four weddings and a funeral
filmler hakkında ekstra bilgi vermeyeceğim. eğer bu 3’ünden herhangi birini (veya hiçbirini) izlemediyseniz bir an önce bulup izlemenizi tavsiye edeceğim sadece. özellikle when harry met sally, nefis sonbahar renkleriyle mest edecek. bugüne dek 10 kere filan izlediğim halde ıssız bir adaya düşecek olsam yanıma alacağım birkaç filmden biri olurdu sanırım. yani en az bi 10 kere daha izleyebilirim. özellikle yaşı genç okurlarıma tavsiye ediyorum: eskiden ilişkiler böyle şeylerdi, duygular ifade edilirdi ve sosyal medya olmadığı halde eşin dostun ilişki network’leri daima işe yarardı. (izleyenler, filmdeki bekar index kart sistemini hatırladı şu an!)
yüzümüz kışa dönmüşken, four weddings and a funeral‘dan uygun bir alıntıyla da bitirelim: A toast before we go into battle. True love. In whatever shape or form it may come. May we all in our dotage be proud to say, “I was adored once too.”
sonradan gelen edit: bu listede high fidelity‘yi nasıl unuturum?!
ekleme yapıyorum:
‘you’ve got message’
çok seviyorum.
aa bak o da şükela bir meg ryan klasiğidir bacım, severim. ekleyelim gitsin!
Merhaba, bu yazıya yorum olarak değil ama size bir şey sorabilir miyim? :))
Minimalizm kafama çok yatıyor, kesinlikle hayat tarzı haline getirmek istiyorum. Ancak bi konuda büyük bir açmaza giriyorum. Ben neyin ne kadarının bana yeteceğini, neyin gerçekten ihtiyaç olup olmadığını anlayamıyorum. Kaç çanta bana yeter, başka çantaya ihtiyacım var mı, ya da en kullanışlı ve kaliteli çantayı nasıl seçerim bunları bilemiyorum. Böyle olunca da kafa karışıklığı ve yanlış kararlar, pişmanlıklar ve bazen özgüvensizlikler,suçluluk duyguları yaşıyorum. Bir fikriniz var mı ne yapmalıyım?..
bahar soru(lar) için teşekkürler! hafta içinde hepsine birden ayrı bir yazıyla detaylıca cevap vereceğim. sevgiler
Four weddings and a funeral ve Bridget Jones 1 hastasıyım ben de
bacım bridget jones da iyi güldürür, haklısın =))
ek olarak just go with it de çok eğlenceli.
izlememişim!!
Sanırım 4 kez izledim When Harry Met Sally’yi ve her sefer aynı tadı alıyorum ben de. Ve favori repliğim de şu: “What I’m saying is–and this is not a come-on in any way, shape or form–is that men and women can’t be friends because the sex part always gets in the way.” Seninki hangisi Ege’ciğim?
zaten filmin özeti de bu cümlede saklı değil mi canım deniz… benim favori repliklerim: you’re the worst kind, you’re high maintenance but you think you’re low maintenance! + well, that symptom is fucking my wife! + elbette harry’nin sally’ye ‘seni neden seviyorum’ temalı kapanış konuşması.
ne güzel bir soruydu!
Ahhh o kapanış konuşması….Canım çekti şimdi tekrar açıp izleyeceğim 🙂
Love Actually favorimdir, tavsiye ederim.
izlemiştim 😉