makrobiyotik bir skandal

Kategoriler ontolojik, terli terli

bu ben oluyorum 🙂

geçenlerde epeydir görmediğim macrobiotics uzmanı bir arkadaşla yeniden karşılaştık. pek içli dışlı değiliz, ancak bu kez sohbet uzayınca yeme alışkanlıklarıma el atma fırsatı buldu. her sabah yumurta yediğimi, kremaya, tereyağına, bonfileye bayıldığımı öğrenince nerdeyse sandalyesinden düşecekti.

makrobiyotik anlayışa göre sağlıklı olmak ve uzun yaşamak tam tahıl ve bakliyat yiyerek mümkün. yani bunlar da bitkisel proteine bel bağlayan, karbonhidratı da basit ve kompleks diye ayıran cinsten. dodo kuşum, diyelim ki elmadaki şeker kana 10 dakkada karışırken esmer pirinçteki şeker 1,5 saatte karışıyor. ama sonuçta ikisi de şeker değil mi? yani ikisi de karbonhidrat değil mi? yani ikisinin de ihtiyacı aşan kısmı yağ olarak depolanmıyor mu? this is basic endocrinology maaan, c’mon! demek isterdim ama demedim. bir de bu anlayışa göre her besin maddesinin eril veya dişi bir enerjisi var. yin/yang durumları. ne yersen o oluyorsun. gel gör ki benim yediğim herrr şey enerji veren, erkeksi cinstenmiş. oysa sabahları bir kase mısır lapası yesem neler neler olurmuş. hmm… pardon da her sabah mısır lapası yedikten sonra sağlık fışkırtıp 500 yaşına kadar yaşasam ne fayda! da demedim tabi, terbiyeli bir insanım. ama daha bilinçli itiraz edebilmek için internette biraz araştırdım. zen budizminden türeyen bir şey bu macrobiotics.

One of Ohsawa’s most popular books is Zen Macrobiotics. Key elements of his thinking are nonbelief (often written in Latin as non-credo), resisting judgments, not thinking in dualistic ways, recognizing that everything has two sides, recognizing that everything changes, self-responsibility, not being arrogant (not allowing our ego to take over), being humble, and recognizing that we can ultimately experience a oneness with our universe.

diyor wikipedia. orda bi duralım. bilgelikle aramdaki engel yumurta mıymış, anlamadım açıkçası. yoga yapmaya kalkıştığımda ya fenalık geçirmiş ya da türlü şebeklikle ortamı laçka etmeyi becermiştim, o bakımdan wikipedia’nın icazet vereceği anlamda zen olduğumu iddia edemem. ama iç huzuru denen kavramın bu kadar tek boyutlu algılanmasını sorunlu buluyorum. zira bugüne dek beni manyak veya huzursuz olarak tanımlayan da olmadı.

bu uzakdoğu felsefelerinde sevgiye, barışa, huzura dair birçok bilgelik var, kabul. ama o coğrafyadaki bilge profilini bi düşünün allasen. bütün gün bağdaş kur, otur allah otur. ara sıra da ota, böceğe bakıp hayatı evrensel boyutta özetleyen cümleler kur. tamam, herkesle iyi geçinmek, kendini sevmek, dünyayla bir hissetmek faslı iyi hoş. ama tahıl yiye yiye gelinen bu tahıl kafasıyla da somut bir şeyler yapmak zor be arkadaş. onu sineye çek, bunu kabullen, şuna laf etme derken hani nerde tutku, enerji, yaratma gücü, değiştirme cesareti? özetle, her sabah yatağından sincap gibi zıplayan biri olarak anladım ki macrobiotics bana ters. yumurtamı yerim, hop hop gezerim.

bu konu ilerleyen günlerde elif’le konuşurken farklı bir noktaya vardı. bu tip işlerle ilgilenen, birtakım özel diyetler uygulayan, yogasından meditasyonundan geri kalmayan, günde beş vakit içindeki çocukla hoşbeş eden herkesin otomatikman zen olduğunu sanmak gibi. ama yok işte, öyle olmayabiliyor. bir yolun yolcusu olmak, varmak istenilen yeri sindirmiş olmak anlamına gelmiyor. nice yogiler tanıdım içlerinde insan yoktu, nice insanlar tanıdım çakralardan haberi yoktu diyerek özlü bir sözle içimizdeki cuma neşesini dışarı vuralım ve bu yazımızı noktalayalım.

makrobiyotik bir skandal” için 1 yorum

  1. bilgelikle arandaki engel yumurta mıymış? ahahahahah koptum buna 🙂 çok hoş bir yazı olmuş Egecim :)) ben de bir hızardan geçeyim de yogi olayım bari :p

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir